YENİ ZELANDA


Şili'nin başkenti Santiago da bir gece konaklıyoruz. Quantas Havayolları ile Yeni Zelanda'nın metropol kenti Auckland'a uçacağız. Saat farkı nedeniyle bir günümüz semalarda buharlaşacak. Garip ama gerçek; biz aslında 14 Kasım gününü hiç yaşamayacağız.

 



 
 
 
Auckland kuzey adasının başkenti kültür ve ticaret kenti bir metropol. Günümüz ismi ile Auckland , Mitolojik adı Rangitata. Yeni Zelanda'nın tarihi 950- 1130 yıllarına kadar uzanıyor. Bu cennet adalar 1642 yıllarında ilk olarak Hollandalı kaşif Abel Janszoon Tasman tarafından keşfediliyor. Hollandalıların koloni savaşları Mauri yerlilerinin üstün direnişi sonucu sonuç vermiyor. Yorgun düşen Tasman vazgeçerek ülkesine geri dönüyor. 1769 da İngiliz kaşif James Cook tarafından ziyaret edilen bu adalar 1840 da Mauri şefleri ile yapılan Waitangi anlaşması ile Britanya İmparatorluğunun kolonisi oluyor.
 


Yeni Zelanda'nın her metrekaresi görmeye değecek kadar eşsiz; bunun için en popüler ekonomik seyahat şekli kampervan kiralamak. Kampervan ile seyahat inanılmaz derece zevkli olduğu kadar sonsuz özgürlük ve seçenek avantajları sunuyor. İstediğiniz parkda konaklayıp, yüzlerce değişik kültürlerden gezginlerle tanışıyor, bilgi ve tecrübelerinizi paylaşıyorsunuz. Bir göl kenarında eviniz oluyor; yol kenarında bir restoranınız oluyor. Sizi ulaşmak istediğiniz yerlere hayallerinize götürüyor. O küçük kampervan  beş yıldızlı otelden çok daha fazla yıldıza sahip milyon yıldızlı hoteliniz oluyor.




İnternette aradığımız Kampervan şirketlerinde araç bulamıyor ve sarı sayfalarda bulduğumuz bir şirketten dört gün sonraya bir araç ayarlıyor ve planımızda olmayan Auckland'ı gezme fırsatını yakalıyoruz.

Auckland 1.3 milyon nüfusu ile ülkenin en kalabalık şehri, kuzey adasının ticaret ve yelken sporunun merkezi ve kültür şehri. Polonez kökenli göçmenlerin yoğun olduğu bu kent, yüzlerce farklı restoran ve kafeleri ile farklı bir  yemek kültürü mozaiğini andırıyor. Skytower, marina, 50 e yakın volkan kraterleri ile kent her köşesi gezmeye doyamayacağınız kadar güzel ve etkileyici.

Kampervan ile rotamızı kuzeye çeviriyoruz. Kiwi kuşu ve dev Kauri ağaçlarını merak ediyoruz. Matakohe müzesine yaşayan dev ağaç Kauri ağaçlarını görmeye gidiyoruz. Ağaç kabuklarından çıkan sıvı yerli Mauriler tarafından sakız olarak veya ateş tutuşturmak için kullanılmış. Devasa gövdeleri çok sert ve dayanıklı olduğu için her türlü ahşap mobilya eşya yapımında kullanılmış. Günümüzde koruma altına alınmış bu ağaçlar bir mücevher kadar değerli, binlerce yıl toprak altında kaldığı ve bazı arazi sahiplerinin toprak altından çıkardığı bu değerli ağaçlar yüksek değerlere satıldığı için devlet tarafından koruma altına alınarak kota konulmuş.



Kiwi kuşu Yeni Zelanda'nın milli sembolü ve ziyaretçiler  tarafından ülkede  en çok merak edilen turistik ilgi alanı olmuş, geceleri görülebilen ve ortaya çıkan uzun gagalı ve kalın pençeli kuş dünyanın vücuduna oranla en büyük yumurtasına sahip bir canlı. Garip ve sıradışı bir görünüme sahip bir nevii kürkü ile savunmasız bu kuş hiç görmeyenlere uzaylıların yanlışlıkla unuttukları pet izlenimi verebilir.

Kiwi,18.yüzyılın başlarında İngilizlerin getirdiği porsuk ve köpeklerin saldırıları sonucu nesli tükenme tehlikesi ile yüz yüze gelmiş ve son yıllarda koruma altına alınmış. Kiwi merkezleri ile bu endemik canlıların bakımları ve çoğalmaları sağlanmış. Bu kuşu görmek için bir Kiwi centere gidip ziyaret etmek gerekiyor.




Kuzey adası güneye oranla daha sıcak. Yemyeşil yamaçlarda otlayan koyunların arasındaki kıvrılan yolda ilerliyoruz. Rotamız 90 mil plajı ve meşhur kum tepeleri ve oradan kutsal sayılan Mauri topraklarına yerlilerin kaybettiği yakınlarının ruhlarını yolladıkları en uç noktası "Cape Reinga" ve oradan ilginç sert rüzgarların denizden getirerek oluşturduğu kum tepelerine ulaşıyoruz. Gençlerin kum da sörf yaptıkları bu kum tepeleri adeta bir çölü andırıyor. Şiddetli rüzgarın estiği bu kum tepelerinde yürümek oldukça zor ve ekstra bir hüner gerektiriyor .



Dünyanın en iyi dalış yapan muhteşem balık avcılarını Gannet kuş kolonileri ile ünlü Cape Kidnapper'a ulaşıyoruz. Buraya en yakın karavan kampında konaklıyoruz. En güvenli bilgileri kamp sahibinden aldıktan sonra, sabahın erken saatlerinde yaklaşık on kilometrelik iki ulaşım şeklinden birini seçiyor, gel git in çekilmesini bekliyor ve sağ tarafı dik kayalıkları takip ederek bu kıyı boyunca yürüyoruz. Traktör turlarından çok daha önce ulaşıyoruz.



Yaklaşık 1200 çift Gannet kuşunun yaşadığı bu kayalıklar profesyonel fotoğrafçıların favorisi, yanlarına kadar yaklaştığımız bu kuşlar hiç rahatsız olmuyorlar. Her çiftin en az bir yavrusu var ve siz kokularından rahatsız olmadığınız sürece istediğiniz kadar fotoğraf çekebiliyorsunuz .



Yolumuz Coromandel yarımadası ve oradan Wellington ve Güney adası ve bir an önce ulaşmak için sabırsızlanıyoruz.

Yeni Zelanda; son zamanlarda tartışmalara konu olan Zelandiya, iddialara göre; Yeni Zelanda bir kıta % 93 ü sular altında Fiji ve Koledonyayı içine alan bir kara parçası, toplam büyüklüğü Avustralyanın yarısına eşit olan bu kıta bilim adamlarının iddiasına göre: Asya ve Avustralya, Okyanusya ile hiç bir kara bağlantısı olmayan yeni bir kıta olduğu varsayılıyor.




Kuzeydeki üç haftalık maceramıza güneyin buzullarından kopan soğuk rüzgarlarının sertçe estiği başkent Wellington da  bir feribot bileti alarak son veriyoruz. Bürokrasinin nabzının attığı bu şehir; coğrafi konumu avantajı ile aynı zamanda güney adasına en yakın limanı bulunan bir transit köprü görevi üstleniyor. Yüzlerce takım elbiseli bürokratın ziyaret ettiği veya karavanlı turistin kuzeydeki son durağı olan başkentte yabancı elçiliklerin yanı sıra, müzeleri ve sinema, tiyatro etkilikleri ile bir kültür başkenti. Bir gece konakladığımız başkentte diğer bir Norveçli karavancı aile tanışıyor ve deneyimlerimizi paylaşıyoruz.




Muhteşem bir feribot yolculuğu yapıyoruz. Yüzlerce küçük yemyeşil adanın aralarında kıvrılarak süzülüyor, birbirlerine dokunurcasına yeşil ile mavinin dansına tanık oluyoruz.  Güvertede uzun zumlu lenslerini heyecan ile değiştiren bir kaç fotoğrafçının arasından bizde bir kaç resim alıyoruz.


Picton, güney adasının kuzeydeki ilk limanı. Karavanımızın marşına dokunduğumuzda bir taraftan haritadaki rotamıza karar veriyoruz. Dünyanın midye başkenti diye adlandırdıkları Havelock'a ulaşıyoruz. Yeşil midyeli bir çeşit poğaçaları ile öğle yemeğimizi geçiştiriyor ve güneyin ılıman iklimi ve plajları ile ünlü Nelson'a doğru yola koyuluyoruz. Nelson bir yazlık sayfiye ve emekli kenti, önce plajda dev uçurtmaları ile kite sörfü yapan gençleri heyecanla izledikten sonra şehri keşfe koyuluyoruz. Çinlilerin işlettikleri döner dükkanlarını farkettiğimizde, ticari zekaları oldukça gelişmiş Türklerin olabileceği düşünürken; kendimizi önce dil öğrenmek için gelen sonra fikir değiştirip; kafe işletmeciliğine balıklama atlayan birinin kafesinde pide yerken buluyoruz.
Nefis pidelerden sonra Nelsondan ayrılıyoruz,rotamız pancake rocks denilen erozyona uğramış kayalıkların olduğu Punakaiki Paparoa Milli Parkı.


Bu kayalıklar turistik ilgi alanı ve koruma altına alınmış. Aynı zamanda yüzlerce fok balığı ve deniz aslanlarının üreme ve beslenme alanları yürüyüş yolları, sörf yapabileceğiniz plajları, piknik alanları ile batı kıyılarının en ilginç olanı diyebiliriz.


Dalgaların basıncının büyük bir kaya kütlesinin altından açtığı küçük deliklerin püskürttüğü su parçacıklarının "blow hole" dedikleri bu ilginç  bir nevi ıslık sesi çıkartan bu kayalıklarda bir süre annelerinin avdan dönüşünü bekleyen yavru fok balıklarını seyrediyoruz.



Franz joseph Glazier ve Fox Glazier buzulları turkuaz ile buz mavisinin karışımının beyazla karıştırılmış bir renkleri yorumlayan bir ressamın tabloları gibi uzaktan bile olsa muhteşem görüntüsü ile herkesi büyülüyor. Buzullara yürüyüş turları, helikopter turları, 4X4 otobüs turlarından herhangi birine karavanımız biraz kaydığı için katılamıyor ve Queenstown'a doğru yola koyuluyoruz.



Queenstown güneyin adrenalin sporlarının başkenti hızlı bot seferleri, karlı tepelerden aşağı buz sörfü,helikopterden atlayarak kayak, sky diving ,bungy jumping, kanyon swinging, sky sörf, tırmanma,dağcılık, balık tutma gibi sporların yapıldığı bu şehirde ben en azından birini en güvenli olanı seçiyorum.



Yolumuz dünyanın en çok merak edilen ve kesinlikle gidilmesi gereken yerlerin bir numarası olarak seçilen Millford Sound. Burası ünlü olduğu kadar trafik kazalarında da listenin başında geliyor. Çok dik olan virajlı yolları,buzlanma tehlikesi arzettiği için araba kullanırken çok dikkat edilmesi gerekiyor.



Denizden veya helikopter ile ulaşımın mevcut olduğu bu doğa harikasının kenarları 1200 ila 1500 metre yükseklikte olan sarp keskin kayalıklarının içine kıvrılan, takriben 15 kilometre bir lagoon oluşturan Tasman denizidir. Soğuk şelaleri yüksek keskin yemyeşil yamaçlarından süzülerek döküldüğü bu doğa harikasına bot turları düzenleniyor. Dünyanın en küçük yunus balıklarını görmek isteyenlere ara sıra denize bakmaları tavsiye ediliyor.



Yolumuz sarı gözlü penguenleri görmek için Roaring Bay ve oradan rotamızı ünlü Moeraki taşlarını merak ediyor Koekohe plajına yöneltiyoruz. Sarıgözlü penguenler soyu tükenme tehlikesi karşı karşıya kalma kaderleri ulusal sembolleri olan Kiwi kuşu ile aynı zamanlarda pekişiyor. Şu anda ülkelerine hiçbir yabancı bitki sokmayan, ısrarla yasaklayan Yeni Zelandalılar soyları tükenmekten son anda kurtarılan endemik bazı hayvan ve bitki türlerinin 18.yüzyılda ataları İngilizlerin getirdiği göçmen hayvan ve bitkilerden kaynaklandığını söylüyorlar. Dünyanın en büyük kuşu olarak bilinen ve nesli tükenen moa kuşunu ise talihsiz  bir örnek olarak gösteriyorlar.. Bir zamanlar Maorilerin tarlalarını sürmek için pulluğa koştukları dev kuş Moa nın yumurta ve iskelet fosillerini sadece müzelerde görebileceğimizi öğrendiğimizde, gerçekten çok üzülüyoruz.



Invercargill de bir mola veriyoruz. Sokakları oldukça tenha olan bu şehirde çay ve skone (bir çeşit kaymak ile servis yapılan kurabiye) molasının ardından cennetin diğer köşelerini keşfe koyuluyoruz. Dunedin üzerinden rotamızı moerakı taşlarına çevirmeden önce Dunedini keşfe koyuluyoruz. Victorian, Edwardian tarzı mimarisi ile tipik bir İskoç şehri Edinburg'a benzerliğini yanında biz daha çok İskoç Dunedın'e benzetiyoruz.



Görenlerin oldukça ilgisini çeken bu kayalar yıllarca üzerlerine vuran, yuvarlayan dalgalarla mücadeleleri sonunda birer turistik ilgi odağına dönüşmüşler.



Burası Koekohe plajı, bir çok balıkçı teknesini demirlediğ bir iskelenin yanından yürüyerek burada taze balık olabileceğini düşündüğümüz bir İskoç tarzı balıkçı pub'ına doğru yöneliyoruz. "Deniz Ürünleri Sepeti" adlı günün yemeğini ısmarlıyoruz. Servis uzun süre gelmiyor. Daha sonra self servis olduğunu anlıyor,gidip mutfağa doğru yöneliyoruz. Mutfağın önünden bana doğru seslenen işkoç şef kocaman bir sepeti bana doğru uzattığında biraz şaşırıyorum. Beş kişilik olduğunu düşündüğüm kalamar, midye ve kocaman iki balık ve jumbo karidesden oluşan bu sepeti "inşallah bir yalnışlık yoktur" diye umuyor ve hepsini afiyetle yiyorum.




Pukeko kuşu, ilginç bir kuş aceleci tavrı ve ürkekliği ile farklı bir canlı Kea kuşu gibi arabaların camlarının lastiklerini, sileceklerine zarar vermiyor. Otogo yarımadası ve civarında deniz kenarında kayalıklar fok balıklarının adeta istilasına uğramış. Fok ve deniz aslanlarının yanlarına yaklaşmak yasak, belli bir uzaklık sınırından seyredilebiliyor.



Rotamızı Otago Taiaroa'ya  göklerin efendileri albatrosları ziyarete gidiyoruz. Albatrosların süzülüşlerini uzaktan fark ediyoruz.  Kanatlarını hiç hareket ettirmeden saatlerce rüzgarla süzülerek dans ediyorlar. Müzesi bulunan bu albatros merkezi aynı zamanda kuşları koruma ve kurtarma çalışmaları için yardım amaçlı olarak kurulmuş. Yakından görmek isteyenlerden giriş ücreti alıyorlar.



Yolumuz Mount Cook, Lake Tukepo ve oradan Yüzüklerin Efendisi filminde Gondor krallığının Büyücü Kral Mordor'un ordusuna karşı verdiği nefes kesen savaş sahnelerinin çekildiği Twizel kasabası ve daha sonra Christchurch'e uzanacağız.



Mount Cook'a en yakın yerleşim alanı Twizel, daha ileri gitmek mümkün değil. Bu sebeple araç ile gidiliyorsa, kesinlikle depolar dolu olmalı. Mount Cook un büyüsüne kapılmamak elde değil, bembeyaz karlı doruklarından süzülen buz gibi turkuaz suların meydana getirdiği bu eşsiz Tukepo gölü bizleri ve kameralarımızı saatlerce esir alıyor. Bir süre bu güzelliği seyretmek için mola veriyoruz.



Ünlü yapımcı Peter Jackson "Yüzüklerin Efendisi" filmini çekerken; izin almakta zorlanıyor. Çünkü 1500 kişi ile çektiği savaş sahnelerinde rol alacak kişilerin çevreye zarar vereceği kaygısyla doğanın tahrip olacağı düşünülerek  bir şartla izin veriliyor. Ağaç ve bitkiler köklenecek ve kökleri ile diğer bölgeye nakledilecek. Film setinde çalışanlar ve oyuncuların dolaştığı alanlar kalın halılar ile kaplanacak. Tüm bu şartlar yerine getiriliyor ve bu ünlü flmin savaş sahneleri çekiliyor. Film çekildikten sonra bitkiler tekrar yuvalarına geri taşınıyor. Bu film dünya sinema tarihinde en çok (asker) kişi kullanarak çekilen ilk film ünvanı ile  sinema tarihinde literatürlere geçiyor.



Christchurch şehrine yola çıkmadan önce bu güzel lupinlerin gizemli büyüsünden bir türlü kurtulamıyoruz. Sanki bizi alıp o eski masallara götürüyor. Mavisi, pembesi, sarısı, beyazı ile tekrar tekrar onlara bakıyor; hüzünlü bir elveda diyor, uzaklaşıyoruz.



Kaptan Cook, efsanevi kaşifin heykeli ismini verdiği Mount Cook kadar gururlu etkileyici karlı tepeleri gibi bembeyaz doruklarından ileri bakıyor yeni rotalara yelken açan göçmen kuşların tükenmeyen yolculuğu gibi ona buradan bakan gezginleri cesaretlendiriyor. Cennetin diğer köşelerine doğru keşfe koyuluyoruz.


Christchurch tipik bir İngiliz şehri modern sokakları,alışveriş mağazaları, Victorian tarzı mimarisi ile İngiltere deki Yorkshire' da bir şehri andırıyor. Şehirde bir kaç gün konaklıyor ve buradan Sidney'e uçuyoruz. Unutamayacağımız bu cennet adalarda geçen altı güzel haftanın ardından gönlümüzü güney adasında bırakıyoruz.



No comments :

Post a Comment